4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü nedeniyle Nilüfer Kent Konseyi’nin düzenlediği, Bursa Veteriner Hekimler Odası’nın da paydaşı olduğu çalıştayda, çocuklarla hayvan hakları ile ilgili bilgiler verildi. Çalıştayda Bursa Veteriner Hekimler Odası Başkanı Melike Baysal açılış konuşmasını gerçekleştirdi.
Açılış konuşması:
4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü nedeniyle yaptığımız, belki de alanında ilk olacak çalıştayımıza hoşgeldiniz.
Dünyada 1800’lü yıllarda oluşmaya başlayan hayvanların yaşam hakları bilinci, 1931 yılında Lahey’de Dünya Hayvan Hakları Koruma Federasyonu’nun kurulması ve farkındalık oluşturmak için 1931 yılından itibaren Dünya Hayvan Hakları Günü’nün 4 Ekim olarak belirlenmesi ile toplumsallaşmıştır.
4 Ekim, yalnızca evcil hayvanlar ya da çevremizde gördüğümüz ve temas kurabildiğimiz hayvanlara değil, doğal yaşamın içindeki tüm hayvanlara dikkat çekmektedir. Zira, insanlar yaşamak için doğaya ve doğanın içindeki her şeye ihtiyaç duymakta, bu ihtiyaçlar da giderek artmaktadır. Ancak nüfus artışı, kontrolsüz kentleşme, doğal alanların tahrip edilmesi, yasa dışı avcılık ve ticaret birçok türün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasına sebep olmaktadır.
İşte bu nedenle, 4 ekimlerde kutlama yapmaktan ziyade farkındalık çalışmaları yapmayı tercih ediyoruz. Bugün olduğu gibi.
Bugün, Nilüfer ilçemizde, çocuklarımızla yapacağımız bu hayvan hakları çalıştayı örnek bir çalışma olacak. Çocukluktan itibaren, hayvanların varlığını kabul etmeyi, yaşam haklarına saygı duymayı, hayatın tüm alanlarını hayvanlarla paylaşmayı öğrenmek ve içselleştirmek, hem kendi hakları için irade gösteremeyen hayvanlar hem de insanı insan yapan değerlerin korunabilmesi bağlamında insanlar çok önemlidir.
Oysa ülkemizde, kurumlar ve kuruluşlar düzeyinde farkındalığa dair etkinlikler yapılsa da hayvanlar direk ya da dolaylı olarak, insan ya da devlet eliyle hak ihlalleri yaşamaktadır.
‘’Yasaklı ırk’’ diye nitelendirildikten sonra toplanarak barınaklara kapatılan köpekler, 5199 sayılı yasayla sorumluluk almasına rağmen görevini ihmal eden bir çok belediye nedeniyle bakım ve tedavi hizmeti alamayan sahipsiz hayvanlar, yollar, maden alanları, sanayi siteleri, toplu konutlar nedeniyle yollarını ve yuvalarını kaybeden göçmen kuşları bu konuda ilk sıralara yazabiliriz.
Tam bu noktada ben Nilüfer Belediyesi ve Nilüfer Kent Konseyi’ne teşekkür etmek istiyorum. Nilüfer Belediyesi, sahipsiz hayvanların bakım ve tedavi hizmeti alması için 2003 yılında Hayvan Bakım ve Tedavi Merkezi’ni kurdu ki yerel yönetimlere bu görevi veren 5199 sayılı kanunun kabul edildiği yıl 2004’tür, Nilüfer Kent Konseyi de sıklıkla hayvanlarla ilgili çalışmalar yapmakta ama benim asıl teşekkürüm , BVHO olarak bizim de içinde bulunduğumuz, biraz önce de bahsettiğim göçmen kuşlarla ilgili olarak, leylekler konusunda yaptığımız son dönem çalışması.
Eksikler elbette vardır ama henüz bu konuda adım atmayan yerel yönetim sayısı çok fazla ve bu nedenle ülkemizin en güncel konularından biri sahipsiz hayvanlar ve özellikle köpekler.
Elbette şu andaki mevcut popülasyon kabul edilebilir değildir, hem hayvanlar hem de insanlar için sıkıntı yaratmaktadır. Ama önce dilimizi değiştirmeliyiz, bizim sahipsiz hayvan ya da sokak hayvanı ya da başıboş sahipsiz hayvan sorunumuz yoktur, bizim ‘’sahipsiz hayvan popülasyon’’ sorunumuz vardır ve bu sorun hayvan sevmek ya da sevmemektan bağımsız olarak çözülmelidir. sorunu doğru tespit etmeli, çözümü insancıl ve bilimsel yollarla bulmalıyız.
Sokaklarımızda, birkaç kedi ya da köpeğin olması yaşamımızı güzelleştiren bir durum aslında.
Ama hasta hasta yaşamaya mahkum edilen binlerce kedi, aç kalan, hastalanan, bakıma muhtaç olduğu halde sağlıksız halde yaşamaya mecbur kalan köpekler ya da saldırı haberleri, elbette kabul edilebilir değildir, bir an önce çözüm için harekete geçilmelidir.
Hayvanlarla ilgili, üstünde durup düşünmemiz gereken çok şey var. Darwin İnsanın Türeyişi adlı çalışmasında şu saptamayı yapar:
“İnsanın ve yukarı hayvanların zihinleri arasındaki fark ne kadar büyük olursa olsun, nitel değil, kesinlikle nicel bir farktır. Sevgi, bellek, dikkat, merak, benzeme, zekâ, vb. gibi insanın övündüğü çeşitli heyecanların ve yetilerin, duygu ve sezgilerin, daha aşağı hayvanlarda, başlangıç halinde ve bazen iyi gelişmiş olarak bile bulunabildiğini gördük.”
Belki zaman bize hayvanların hakları ve yaşam biçimleri ile ilgili farklı süreçler de gösterecek; çok geniş anlamda tartışmaları gerektiren ve aslında hak eden bir konu bu. Bu nedenle, daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum ama sizlere bahsetmek istediğim bir konu daha var.
Bu konu, bugün buradaki bu çalıştayın gerekliliğini, ilerde bilimle ve yaşamın daha farklı alanlara evrilmesi ile, bizim de o sürece, çok önemli bir katkı verdiğimizi düşüneceğimiz bir konu bu:
Felsefe üzerinden bu konuya yaklaşımdan bahsedeceğim kısaca;
Descartes, insanların Tanrı tarafından yaratılan ruhlara sahip olduğu, hayvanlarınsa olmadığına dair doktrini kabul etmiştir. Ve zihin ruhla aynı olduğu için eğer hayvanların ruhu yoksa o zaman zihinleri de yoktur. Eğer zihinleri yoksa, o zaman acıyı hissedemezler. Acıyı hissedebilmek için zihin lazımdır.
Kant da benzer yaklaşır konuya : Akılcı yani akıl yürüten varlıklara asla araç gibi değil, hep amaç gibi davran” düsturunu önerirken, insan olmayanlara istediğiniz gibi davranabilirsiniz demektedir..
Oysa hayvan haklarını ilk savunan filozoflardan olan İngiliz Filozof Jeremy Bentham, 1780’de “Ahlak ve Yasama İlkelerine Giriş” adlı eserini tamamlamış ve ‘’ “Konu ne akıl yürütüp yürütemedikleri ne de konuşup konuşamadıklarıdır; konu acı çekip çekemedikleridir.” demiştir.
Ben de, 26 yıllık bir klinisyen veteriner hekim olarak Bentham’ın bu yaklaşımını hocalarımdan öğrendğim bilgiler ve kendi klinik deneyimlerimle doğruluyorum; hayvanlar hisseder ve acı çeker. Bu nedenle, elbette içinde çok farklı başka tartışmaları barındırsa da ben şu cümleleri rahatlıkla söyleyebilirim: Hayvanları sevmek zorunda değiliz belki ama varlıklarına ve yaşam haklarına saygı duymak zorundayız.
Hepinize tekrar hoş geldiniz diyor ve teşekkür ediyorum.